İnsanların durmak bilmeden aradıkları ve peşinde koştukları bazı şeyler vardır. Zenginlik, sağlık, başarı, mutluluk, huzur, sevgi, aşk…

Bunların hiçbiri görünen şeyler değildir.

Zenginlik ve başarı belirli adımlar izlendiğinde ulaşılabilir olabilir.

Sağlık, bütün koşullar sağlandığında yerine getirilebilir.

Ama bazen ne yaparsanız yapın ne kadar para dökerseniz dökün gelmez.

Başarı sıkı çalışmayla, doğru insanları tanıyarak, doğru zamanda doğru yerde olarak gelebilir.

Geriye kalanlara gelince ne para ne sağlık ne de başarı onlar için yetmez.

Hislerden bahsediyoruz. Sadece sizin değil hayatınızdan ki diğer insanlarında elinde olan bu hisler zorlayıcı ve yıpratıcı olabiliyor. Gelecek olanı beklemenin yoruculuğu Eylül’de şu şekilde özetleniyor;

“Böyle, hiçbir mutluluk gelmeden daha henüz beklerken özellikle hayatının nasıl bir şeyin farkına varmadan geçmiş olduğunu anladıktan sonra, artık bir şey yapmanın da mümkün olmadığını görerek böyle, çürümek bitmek ona pek insafsızca pek acı geliyordu”

Bence başkalarından beklenen ve denklemde başka insanların olduğu her şey zor.

Bu zorluğu kendi açınızdan aştığınız zaman insanlarla olmakta paha biçilemez.

Hayatında ara renklere hiç yer vermeyen ya beyaz ya siyah diyen biri için bu ikilem baya karmaşık.

Daha öncede bahsettiğim gibi insanlar mutluluğu kalıcı bir şey olarak gördükleri, dolaylı yoldan başkalarıyla ilişkilendirdikleri için mutlu olamıyor.

Hoş kelin ilacı olsa kendine sürer ama.

Düşünmek, var olan bir şeyin teorisini, kolayını, gerçeğini bilmek ve uygulamak hayatın iki ucunda.

Kendi kendime bir şeyi düşünürken kafamın (her insan gibi) kırk farklı yol, ihtimal ve son buluyorum.

Yaptığın seçime göre okumaya devam ettiğin Sofie'nin Dünyası gibi.

Ingeborg Bachmann, Malina’sında dediği gibi;

“Neden yalnızca Ağlama Duvarı var, neden bugüne kadar kimse bir sevinme duvarı yapmadı” sorusunu Malina’yla konuşmak ister: “Neden bir mutluluk duvarı ve sevinç duvarı yok? Gece yerin dibine girdiğim duvarın adı nedir?”

Dünyanın, “bir ölüler ülkesinin ibadeti andırır biçimde yönetilmesi gibi; sanki dünyanın dikkatini festivaller, festival haftaları, müzik haftaları, anma yılları, kültür günleri aracılığıyla” gizini kaybederek sıradanlaşmasından rahatsız anlatıcı Ben için dünyanın “güvence tanımıyor” olması, “bir gün gelecek” umutlarını yeşertir.

“Bir gün gelecek, insanların siyah ama altın gibi parlayan gözleri olacak; onlar, güzelliği görecekler, pisliklerden arınmış ve tüm yüklerden kurtulmuş olacaklar.

Bir gün gelecek, insanlar özgür olacaklar, bütün insanlar özgür olacaklar, kendi özgürlük kavramları karşısında özgür olacaklar.

Bir gün gelecek, insanların altın kırmızısı gözleri olacak ve şaşırtıcı sesleri olacak; o gün insanların elleri yeniden sevme yeteneğini kazanacak ve insanlığın şiiri yeniden yazılmış olacak.

Çünkü insanlar sonsuza değin beklemek zorunda kalmamalılar, beklemek zorunda kalmayacaklar.”