Her toplumun kendine has özellikleri vardır. Nitekim Kırklarelililer de kendilerinden bahsederken ‘biz’ kavramını kullanırlar. Bunun asıl sebebi ortak bir kimliğin oluşmasıdır. Peki kimlik nasıl ve kim tarafından belirlenir?

Bir milletin kendine has özellikleri, dili, bayrağı, inanç ve değerlerine sahip çıkması ve yaşadığı ülkeyi vatan olarak görmesini etkileyen değerlerin kişinin kimliğinde var olmasına milli kimlik denir. Milli kimliğe sahip kişilere en güzel örnek Gazi Paşamız Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk Türk Milletinin yokluktan var olmasını sağlamıştır. Türkçemizi korumuş, bayrağımız dalgalansın diye hem cephede hem cephenin ardında mücadele etmiştir.

Türk kimliği, Türkçeyi, Türk bayrağını, Türk tarihini Türk törelerini sahiplenen ve koruyan, bu değerleri evrensel olarak ileriye taşımaya gayret eden, her zaman Türk milleti için çalışan, demokrasinin ve cumhuriyetin yanında duran, Atatürk ilke ve inkılaplarını ve Atatürk milliyetçiliğinin izinde ilerleyen bireylere verilen unvandır.

‘Türk modernleşmesi’ Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan ve esas olarak Cumhuriyetin kuruluşuyla ivme kazanan, bir bakıma halen devam etmekte olan Osmanlı-Türk toplumunun Batılılaş(tırıl)ması çabalarını tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. Aşağı yukarı 200 yıllık bir geçmişi olan bu süreçte, Batının kendi tarihine özgü dinamiklerinden doğan ve Batıya özgü modern toplumsal, siyasal ve ekonomik kurumların, insan ilişkilerinin ve zihniyet kalıplarının Türk toplumunda da yaratılması hedeflenmiştir. Yaratılmak istenen yeni Türk toplumuna çeşitli eleştiriler gelmiştir.

Türkiye’deki modernleşme kuramları genellikle din olgusu temelinde bir açıklama getirme çabasındadır. Çağdaşlaşma çözümlemesinin merkezine gelenek olgusunu koyar. Bunu yaparken din ve gelenek olgularının nerede başlayıp nerede bittiği ve aralarındaki etkileşim üzerinde pek durmaz.

Türkiye’nin son 200 yıldır geçirmekte olduğu değişme sürecini din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasını ifade etmek için kullanılan laiklik kavramının taşıdığı anlam üzerinde durur. Türkiye’deki modernleşme sürecini çağdaşlaşma kavramı temelinde ele alır. Laiklik ya da sekülerlik kavramlarını değil çağdaşlaşma kavramını kullanmasının nedeni modernleşme sürecini çok daha geniş bir bakış açısıyla ele almaya çalışması ve bunu sağlayacak aracın çağdaşlaşma kavramı olmasıdır.

rhan 1940’larda Kültür değişmeleri isimli çalışmasını gerçekleştirirken dönemin değişen siyasi ortamının da etkisiyle devlet eliyle yukarıdan gerçekleştirilen batılılaşma yerine aşağıdan modernliğin imkanlarının açığa çıkarılması yoluyla gerçekleştirilecek bir değişimi öne çıkarmıştır. O dönem içerisinde modernleşme aracı olarak görülen traktörün köye gelmesi toplumsal yapı üzerindeki etkisini gözlemleyerek modernleşme için devletin imkân oluşturmasının yeterli olduğunu belirtmiştir. Kıray da benzer şekilde modernleşme kuramları ve yapısal-işlevselci bakışla Türk modernleşmesini değerlendirmiştir. Ancak tarihsel boyuttan değil daha çok ampirik araştırmalara dayanması ve değişime kuramsal bir şekilde yaklaşmıştır.

Kıray 1950 sonrası Türkiye’deki sanayileşme ve kentleşmeyi analiz ederek bu yolun doğal olarak toplumun modernleşeceğini düşünmüştür. Kıray’ın sosyolojik yaklaşımlarının bütünlüğü içerisinde, ekonominin gücünün daha baskındır. Berkes’e göre sosyoloji bilimi, diğer coğrafya, ekonomi, tarih, antropoloji gibi bilimlerden temel çizgilerle ayrılırken, sosyoloji disiplini öncelikle toplumsal yaşam içindeki mikro alanları araştırır. Dolayısıyla toplumu coğrafyası, tarihi, ekonomisi, dini, sınıfsal yapıları ve diğer başka kurum ve katmanlarıyla bir bütün olarak gören Berkes’in sosyolojisi, bu araştırmalardan bir “bütünsellik” içerisinde faydalanmıştır. Türkiye’de din, hukuk, eğitim gibi kurumların gelişimi ve sosyolojik temelleri, tarihsel bir bütün içinde görülmüş ve tarihsel kaynakları bağlamında incelenmiştir

Klasik sosyolojide ve modernleşme kuramlarında Türkiye’nin modernleşme sorunu tartışılmıştır.Sonuç olarak Türkiye sosyal bilimleri toplumsal değişimle ilgili tartışmalarda bir modernleşme sorunu yaşanmaktadırlar. Toplumsal gerçekliği ampirik temellerle açıklanmakta ve Türkiye’de toplumsal değişimi her daim ideolojik temelli bir değişime dönüşmektedir.