Kırklareli şehir açılımı konusunda oldukça gelişti. Bilindiği gibi 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile başlayan ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurumsallaşarak, 1970’li yıllara kadar hâkim olan Keynezyen Refah Devleti, klasik liberal devletin karşısında, ekonomik planlama (karma ekonomi ve merkezi planlama) ile sosyal devlet anlayışına ve sosyal demokrat mutabakata dayalı düzenlemenin adıdır. Refah Devleti’nin ekonomik örgütlenmesi, seri-kitlesel üretime dayalı sanayi düzenlemesidir.
Toplumsal örgütlenmesi ise, kitlesel tüketim politikaları, kamu sektörü sendikacılığı, kamusal hizmetler alanının sağlıktan eğitime kadar genişlemesidir. Bu dönemde, devlet eliyle uygulanan sosyal politikalar, hem kitlesel üretimin tüketilebilmesi ve bu amaçla toplumun tüketim olanaklarının artırılmasına dönüktür, hem de savaş sonrasında ortaya çıkan güçlü işçi hareketlerini bu sayede uzlaşmacı bir sendikal örgütlenmeye yöneltmek amacıyladır. 1945-70 arası dönem, batıda kentlerin yeniden inşa edildiği; çok sayıda sosyal konutun üretildiği bir zaman dilimidir.
Bu süreçte kentler üretimin ve eğitimden, sağlığa, konuttan, altyapıya kadar devletçe karşılanan kolektif tüketimin mekânıdır. Kentler merkezi modernist planlama anlayışı doğrultusunda düzenlenmiş; sanayi kuruluşları ve büyük alan ihtiyacı olan kentsel kullanımlar kent dışına çıkarılarak büyük metropoliten alanların oluşumu desteklenmiş ve konut ve işyeri ayrıştırılarak, kentler işlevsel bölgelere ayrılmıştır. Bu dönemde alım gücü artmış orta sınıflar kent merkezlerini terk edip banliyölere yerleşirken, kent merkezi alımgücü gücü kesimlere kalmış ve böylece kentte yeni ayrışma biçimleri ortaya çıkarmıştır.
1970’li yıllarda Keynezci politikalar ve fordist üretim krize girmiş ve ucuz emek avantajı ile maliyetlerin aşağı çekilebileceği güney ülkelere kaymaya başlamıştır. 1980’lerde Amerika’da ve Almanya, İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde savaş sonrası sosyal demokrat mutabakatın dayandığı 3 sütunu dağıtan yeni sağ hükümetler iktidara gelmiş olup, Bu sütunlar: fordizm, refah devleti ve Keynezyenizmdir. Yeni sağın uygulamaya koyduğu kentsel politika ise yeni bir mutabakatı yansıtır; bu yeni mutabakatın dayandığı sütunlar ise piyasa ekonomisi, bireycilik ve Refah Devletinin açık reddidir. Yeni politikaların şekillenmesinde ekonomik büyümeye odaklanma, gerek üretimde gerekse mal ve hizmet sunumunda pazarın en etkin araç olduğuna derin bir inanç, devletin ise piyasanın fonksiyonlarını üstlenerek yönetilemez bir noktaya geldiği ve sosyal devlet uygulamaları ile toplumda tembellik kültürünü ürettiği tezi vardır.
1980 sonrası kentsel politikayı belirleyen en önemli kavram rekabettir. 1980’lerde küreselleşme ve bilgi toplumunun etkinleşmesi sanayide, üretimde, meslek yapılarında köklü değişimler getirmiştir. Bu süreç ülkeleri ve şehirleri sermayeden, yatırımlardan, turistten pay alarak küreselleşen dünyada ekonomik olarak geri kalmamak ve ekonomik büyümeyi sağlamak amacıyla kıyasıya bir rekabete itmiştir. Bu çerçevede küresel rekabette geri düşmemek adına ulus devletler, bir yandan kamu harcamalarını ve vergileri azaltmak zorunda kalmış, ücretler ve sosyal maliyetleri aşağı çekmiş, diğer yandan da sanayi sektöründen hizmetler sektörüne doğru bir yapılanmaya geçerek, birbirine benzer rekabet stratejileri oluşturmuşlardır.
Yine 1980 sonlarından itibaren, tüm devletler, ekonomik büyümeye odaklanmış ve ekonomik büyümenin ön şartı olan deregülasyona, özellikle stratejik ve karlı sektörlerde (enerji, telekomünikasyon, finans, medya vb.) ve sosyal konut alanlarında özelleştirmeye ve sosyal devletin küçültülmesine yönelmiştir. Sanayisizleşme ve yeniden sanayileşme geleneksel yerel ekonomik uzmanlıkları dumura uğratırken, belli başlı yerel ekonomik aktörler ve kurumlar ekonomik gerilemenin olumsuz sonuçlarını yönetebilmek için, yerel ekonomik varlıkları ekonomik yenilemenin temeli yapabilmek için ve gelecekteki gelişmenin yeni iktisadi uzmanlıklarını geliştirebilmek için koordineli politika stratejileri uyguladılar.1970’lerden beri ulus devletlerin ekonomiyi düzenleme kapasitesinin azalması, şehir yönetimlerini iş çevreleri ile daha çok ortaklık geliştirmeye ve ekonomik (bölgesel) büyümeyi sağlamakta daha çok rol üstlenmeye yöneltmektedirler. Şehirler bölgesel, ülkesel, Avrupa ve küresel düzlemde rakipleri karşısında avantaj elde etmeye çalışmaktadırlar. İşte bu dönemde yeni bir yönetişim biçimi olan kent girişimciliği ön plana çıkmış ve girişimcilik işletmeci anlayışın krizinden türemiştir. Yani kamu eliyle refah hizmetlerinin etkin sunumuna odaklanan bir yönetimden, özel sektöre stratejik ekonomik büyüme ortağı, risk alıcı, yenilikçi bir aktör olarak gören bir yeni yönetişim anlayışına geçilmiştir.
Girişimci stratejiler kentsel sistemde yayıldıkça, bu stratejileri benimsemeyen lokasyonlar ciddi dezavantajlar yaşamaya başladılar. Bu nedenle belli başlı yerel ekonomik aktörler ve kurumlar girişimci gelişme stratejilerini gündemlerine almak zorunda kaldılar. Bu çerçevede 1980’li yıllarda yerel büyüme koalisyonlarının bu girişimci stratejilere öncülük ettiği söylenebilecektir.