Kırklareli Üniversitesi’nde sosyoloji öğrenimi görmek hayatımın tamamını değiştirdi. Ana akım sosyoloji ile eleştirel sosyoloji arasındaki temel farklılık, modernist bilgi ile postmodernist bilgi anlayışlarından kaynaklanır. Modernizm aslında on yedinci yüzyıl Avrupa’sının sosyal ve tarihi ortamında gelişen aydınlanma projesinin bir ürünüdür. Bu dönemde gelişen teorik, etik, sosyal ve kültürel anlayış ve inançlara ve bunların uygulamalarına genel bir isim olarak modernizm adı verilir.

Geçen yüzyılda sosyoloji alanına damgasını vuran, bugün ana akım ya da geleneksel dediğimiz sosyoloji; bu gücünü bugün de kısmen sürdürmektedir. Ancak yirminci yüzyılda ortaya çıkan eleştirel sosyoloji alternatif duruşu ile sosyoloji içinde hızla gelişmiş ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Eleştirel sosyolojinin ana akım sosyolojiden tamamıyla farklı bir insan, toplum ve dolayısıyla yöntem anlayışı vardır.

Bugün bu iki sosyoloji akımı arasında büyük bir gerilim yaşanmaktadır. Bu gerilim ana akım sosyolojinin özellikle sosyal dünya derken neyi kast ettiği, bilim ya da bilimsel olmaktan ne anladığı, ideolojik davranıp davranmadığı hususunda tartışmalar üzerinden sürmektedir. Söz gelimi her iki yaklaşım da bilimsel olduklarını ya da yaptıklarının bilim olduğunu savunmakla birlikte ana akım sosyoloji, eleştirel sosyolojiyi bilim dışı olmakla itham edebilmektedir. Buna karşılık eleştirel sosyoloji de deneylemeye dayalı ana akım sosyolojiyi ideolojik bilgi üretmekle itham etmektedir. Ancak ana akım sosyologlar bu konuda kendinden son derece emindir. Onlara göre, sosyoloji bilimsel yöntemi kullandığı için bir bilimdir.

Onlar, bilgiyi bilimsel yöntemle elde ettikleri için bilginin ideolojiden etkilenmediğini öne sürmektedirler. Yine onlara göre, bu yöntem sayesinde ideolojiden bağımsız nesnel bilgiye ulaşabilmektedir. Sadece olgulara dayanan ve olguları sınayan bu yöntem sayesinde elde ettiği nesnel bilgi, araştırmacının kişisel görüş ve kanaatlerinden, değer yargılarından, ideolojiden bağımsızdır. Onlara göre, bilim, siyaset ve değer yargıları ne olursa olsun ‘olgulara’ nesnel şekilde ulaşmayı mümkün kılar. Ana akım sosyoloji ile eleştirel sosyolojinin sosyal dünyaya ve içindeki insana bakışları birbirinden tamamen farklıdır. Ana akım sosyolojiye göre sosyal dünya bir sahnedir. İnsanlar bu sahnede rol alır ve rollerini oynarlar.

Bazen hep birlikte oynarlar bazen tek başlarına oynarlar. Ama mutlaka bu sahnede yani bu sosyal dünyanın içinde oynarlar. Sahnedeki insanlar sahnenin yani sosyal dünyanın içinde, rüzgârın önündeki yaprak gibidirler. Sosyal dünya onların neler yapabileceğini belirler. Buradaki en önemli nokta, ana akım sosyolojiye göre; sosyal dünya ile insanların birbirlerinden ayrı olmasıdır. Her ikisi de birbirinden ayrı birer varlıktır. Sosyal bir dünya vardır ve insanlar bu dünyanın içinde nesne olarak hareket etmektedirler. Eleştirel sosyoloji ise tam da bu düşünceye karşı durmaktadır. Bu yaklaşıma göre bu yöntem, insanların davranış ve yaşantılarını incelemeye uygun değildir çünkü toplum son derece karmaşıktır, akıcıdır, durağan değildir.

Ana akım sosyolojinin inceleme nesnesi sosyal dünyadır. Sosyal dünya demekle neyi kastediyoruz ya da ne anlamamız gerekir? Bunun tek ve geçerli bir cevabı yoktur, çünkü dünya ona nasıl baktığınıza göre sürekli değişecektir. Bu aynı mekânı farklı açılardan seyretmek gibidir.

Dolayısıyla sosyal dünyası içinde insana ve onun yapıp ettiklerine bakış, insanın içinde bulunduğu ortama göre hep değişmektedir. İnsanın bakış açısını değiştirmesi teorik olarak mümkün olmakla birlikte, tüm bakış açılarının üzerine çıkıp açılardan kurtulmuş serbest bir bakış açısı elde edebilmesi pratikte neredeyse imkânsızdır.

Eleştirel sosyolojiye göre ise sosyal dünya, insanların yapıp ettikleri ile süreklilik ve anlam kazanan bir alandır. İnsanlar eylemde bulunmaktan vazgeçtiklerinde ya da örneğin herkes öldüğünde, dünyanın sosyalliğinden bahsetmek imkânsız hale gelecektir. Sosyal dünya, birlikte ve bir arada hareket eden insanlar tarafından sürekli tekrar tekrar oluşturulan bir şeydir. Dolayısıyla sosyal dünya, insanın dışında, insandan ayrı bir yapı değildir.

Toplumlar için mutlak durağanlık da mutlak değişme de yoktur ve bunlar tek başlarına alınamazlar. Toplumun istikrar halini, maddi olarak coğrafya, manevi olarak da gelenekleri oluşturur. Elbette bunlar da mutlak değişmez değildir. Bir toplum, yerini değiştirdiği gibi, geleneklerini de değiştirebilir. Ancak her değişiklik gelenekleşmek zorundadır. Aksi halde toplumun istikrarı sağlanamaz. Bütün sosyal sistemler değişen ve değişmeyen uyumu kendi içinde bulundurur ve böylece varlıklarını korur.