Kırklareli’de endüstrinin gelişimine hep beraber şahit oluyoruz. Endüstri toplumunun gelişi tarıma ve el sanatlarına dayalı toplum ve üretim biçimini çok köklü bir biçimde değiştirmiştir. Daha önce tarımda çalışan insanlar, kırsal bölgelerden kentlere göç ederek, yepyeni çalışma ilişkilerinin egemen olduğu endüstri toplumunun dev fabrikalarının vasıfsız ya da yarı vasıflı işçilerini oluşturmuşlardır. Yine endüstri toplumunun gelişiyle birlikte tarım işçileri gibi el emeğine bağlı olarak çalışan geleneksel esnaf ve sanatkârlar da bu farklı esaslarla çalışan dev firmalar karşısında rekabet edemeyerek endüstri düzeni içinde, vasıflı fabrika işçileri hâline gelmişlerdir.

Dolayısıyla endüstri toplumuna geçiş emeğin temel karakteristiklerinin çok köklü olarak değişmesine yol açmıştır. Endüstri toplumunda sermaye yoğunlaşmış ve dev firmalar ortaya çıkartmıştır. Yapılan işler çok daha karmaşıklaşmıştır. Buna karşılık daha önce hiç fabrika düzeni içinde çalışmamış, vasıf düzeyi son derece düşük olan ve bu yeni toplumun değerlerini içselleştirememiş çoğu kırsal kökenli işçiler çok kısa bir eğitimden geçirilerek endüstri toplumunun vasıfsız ya da yarı vasıflı işçileri hâline getirilmişlerdir. Dolayısıyla iş gücünün bu vasıf durumu bir zorunluluk olarak ileri düzeyde iş bölümünü gündeme getirmiştir. Buna karşılık ilk dönemde endüstri toplumunun vasıflı iş gücü gereksinimini ise çok büyük ölçüde yeni üretim düzeni karşısında rekabet edemeyerek zamanla fabrika işçisi hâline gelen geleneksel üretim düzeninin esnaf ve sanatkârları oluşturmuştur.

Endüstri toplumunun yeni üretim düzeni beraberinde çalışma hayatına ilişkin yepyeni değerler getirmiştir. Endüstrileşme bir taraftan eski lonca düzenini yıkarken diğer taraftan da o düzenin gerek toplum gerekse çalışma hayatına ilişkin değerlerini de zamanla büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Örneğin lonca düzeninin dayanışmayı esas alan usta-çırak ilişkilerinin yerini daha bireyci, duygusal ve kişisel ilişkilerin mümkün olduğunca geri plana itildiği ve rasyonalitenin ön plana çıkartıldığı yeni bir üretim ve toplum biçiminin geliştiğine tanık olunmuştur.

Ancak bilindiği şekilde değerler her zaman yavaş değişir ve belirli üretim biçimlerinin ya da teknolojilerin yaygınlık kazanması her yerde aynı şekilde sonuçlanmaz. Dolayısıyla endüstri toplumuna geçiş sürecinde değerlerin değişimi de kısa sürede olmamıştır. Hatta yeni topluma geçiş sürecinde paternalist eğilimler karşısında yeni toplumun değerlerinin çalışma hayatında yerleştirilmesi amacıyla çoğu kez insanilikten uzak, son derece katı cezai müeyyidelere tanık olunmuştur.

Ancak özde kapitalist endüstri toplumu bireyci, kişisellikten ve insani boyuttan uzak, çalışanları makinenin bir parçası olarak gören, çatışma üzerine kurulu bir anlayışa dayanmaktadır. Nitekim bir dönem uygulamaları ile endüstri toplumlarına damgasını vuran ünlü sanayici Henry Ford'un şu sözleri de bu görüşleri çok açık bir biçimde desteklemektedir: “Bir işletmede el ele vererek çalışmak için birbirini sevmeye, şahsi temasa lüzum yoktur. İşçiler vazifelerini bitirince evlerine giderler ferdi-şahsi hayatlarını istedikleri gibi kurarlar ve geçirirler. Nihayet fabrika bir salon değildir. Modern sanayide, patriyarkalizmin yeri yoktur. Zaten modern sanayini meslek hayatında, insan unsurundan fazla bir şey beklememektedir”

Ford'un bu sözleri aynı zamanda ilk dönem kapitalizminin karşılıklı husumete dayalı görüşlerinin de bir ifadesidir. Bilindiği gibi endüstrileşmenin ilk yıllarında emeğin içinde bulunduğu kötü koşulların da etkisiyle, tepki niteliğindeki eğilimlerin oldukça güç kazanmasına tanık olunmuştur. Nitekim bu tepkilerin yoğunlaştığı ve kapitalizmin en "vahşi" koşullarını yaşadığı bir dönemde görüşlerini şekillendiren Marx 1848'de yayınladığı Komünist Manifesto'da kapitalizmin aşırı iş bölümüyle yabancılaşarak vasıfsızlaşan ve giderek yoksullaşan işçilerin sayılarının çok daha fazla artacağı ve temelde toplumda burjuvazi ve proleterya şeklinde kutuplaşarak orta sınıfın eriyeceğini iddia etmiştir.

Bu kutuplaşmanın neticesinde ise “zincirlerinden başka kaybedecek birşeyi kalmayanlar” ayaklanarak proleterya diktatörlüğünü ilan edeceklerdir. Nihai aşamada toplumdaki her bireyin, bu iki temel sınıfın birinde yer alacağını belirtmektedir.

Nitekim Marx'ın Manifesto'sundan sonraki elli yıl içinde, yani 1900'li yıllara kadar endüstri işçileri Marx'ın öngörülerine paralel olarak, bütün nüfusa nispetle durmadan artmıştır. Ancak bu yüzyılın başından itibaren ise durum tersine dönmüş ve çalışan nüfus içindeki payı göreli olarak gerilemeye başlamıştır. Durmadan ilerleyen endüstrileşme belli bir noktadan sonra Marx'ın proleteryasının (mal üretimi ve taşınması ile uğraşan mavi yakalı işçilerin) artışının durduğuna ve yerine yeni bir sınıfın yani hizmet sektörü çalışanlarının (müstahdem, memur) artışına yol açmıştır. Bir diğer ifade ile endüstri ve ticaretin artışıyla büyük işletmelerde yönetim, organizasyon ve denetim gibi işlere bakan beyaz yakalıların sayılarında önemli artışlar ortaya çıkmıştır.