Kırklareli’de ailemden uzak olduğum için arkadaşlarım genelde benim kendime kurduğum aile oluyor. Pek çok kez onlarla paylaştım dertlerimi. Gerçekten aile, birbirlerine akrabalıkla ve bir konutu paylaşmanın doğurduğu ilişkiyle, geçmiş ve gelecek kuşakların birbirini izlemesiyle oluşturulmaktadır. Aile reisinin oğulları olan erişkin erkekler, ailenin temel işgücünü oluşturan etkin kesimidir ve yaşam için gerekli malların üretimini sağlarlar. Oğulların tümü hep baba ocağında kalmaz, ama baba öldükten sonra kan bağını, ekonomik birliği, hatta birlikte oturmayı sürdüren kardeşler birliğine (kardeşler arasındaki bir tür lonca arkadaşlığı) sıkça rastlanmıştır. Kardeşler çoğu zaman bu birliği ve karşılıklı dayanışmayı korumak için miraslarına düşen paydan vazgeçmişlerdir

Feodal düzene bağlı Batı'nın bütününde soyların dayanışması çoğu zaman mal ortaklığı yoluyla sürdürülüyordu. Kırsal kesimlerin tümünde kardeş topluluklarından oluşan, akrabalık ilişkisi içindeki birçok aile, aynı "ocağın", aynı "tencerenin", bölünmeden kalmış aynı toprağın çevresinde toplanıyordu. Aile reisi konumundaki kişi çoğu kez bu topluluğun çalışmasını düzenliyor, hatta belirli işleri yapmaya zorluyordu. Böylece, ailenin etkin kesiminin rolü, mülkü yönetmek ve onu devraldığı biçimde kendisinden sonraki kuşaklara aktarmaktır.

Demek ki temelde, toprak, hayvanlar, ev ve aletler, ekonomik nesneler değil, tam tersine birer öznedir: Mal varlığının korunması, günlük davranış kuralları ve evlenme söz konusu olduğunda yapılacak seçimi belirler. Aileye kazanılan yeni üyeler, yani evlenme yoluyla gelen kadınlar, erkek soyuna doğrudan katılırlar. Aileye dışarıdan gelen bu kişiler, farklı soy zincirlerine sürekli katılımı temsil ederler. Kendilerini kabul eden ailenin içindeki yerleri önceden belirlenmiştir; büyük ailenin toplumsal ve ekonomik işlevlerinin yapısı içinde öngörülmüş rolleri ve işlevleri vardır.

Ailenin kadınlar kesimini oluşturan bir bölüm, “aile kökenli" kızlar ve genç kızlardır; bunlar doğal olarak aileden ayrılmaya ve başka bir aile içinde başka bir soyun başlatıcısı olmaya adaydırlar. Dışarıdan gelmiş olan bir başka bölüm ise, sözü edilen rolleri, işlevleri, görevleri daha sonra başka bir aile içinde üstlenecek olan "aile kökenli" kızların rolünü aile içinde yüklenmiş durumdadır. Karı-koca ailesine geçiş çoğu kez, kan bağı olan yeni bir aileye katılma olarak kabul edilir.

Aileler arasındaki birleşmelerde gelin olarak verilen ve gelin olarak alınan kadınların zaman içinde birbirini izleyişi ve bunların sayısal oranıyla ilgili önemli ekonomik koşullar da işin içine girer. Bu alışverişlerin dengede kalma eğiliminde olduğu ileri sürülebilir. Öyle ki, ana, çocuk, gelin, vb. olarak ailede bulunan kadınların sayısı yaklaşık olarak hep aynı kalır. Yaşlıların yetke sahibi olmasını, soyun bütünlüğüne duyulan saygıyı temel alan ve kan bağına dayanan bir topluluğun oluşturduğu bu büyük kurum, bazı durumlarda, örneğin Balkan kültür geleneğinin değişik biçimleriyle karşılaştığımız Sırbistan’a özgü zadrugalarda, yakın tarihe kadar varlığını sürdürdü.

Zadruga yalnızca bir aile değildi. Aralarında kan bağı olan üyeleri birbirlerine ortak dayanışma, aynı konutu paylaşma, ortak tüketim ve üretim ilişkileriyle sıkıca bağlandığı korporatif bir birimdi. Bu kurumun ekonomik temeli toprak mülkiyetiydi. Geniş arazilere yayılmış bir yurtluk içinde zadruga hem bir akrabalık kurumu hem de kimi zaman hatırı sayılır büyüklüğe ulaşan bir insani yerleşim merkeziydi.

Temel yapı olarak geniş ve açık olan ev, yapıların halka biçiminde birbirine eklenmesiyle genişliyordu. Güç, bu gücün kullanılması ve hukuk, bu tür birçok ailenin gruplaşmasından doğuyordu. Güç, kan bağına dayalı topluluğun en yaşlı ataerkil kişisi olan staresina tarafından temsil ediliyordu. Ona ayrılan bölüm evin kalbiydi; evin merkezinde bulunan büyük odada aile bireyleri birlikte yemek yemek için toplanıyorlardı. Genç çiftler, oğullar ve dul kadınlar onun evinin çevresinde yapılmış evlerde oturuyorlardı. Arabalıkları, ahırları ve ambarlarıyla bu yapılar zadruga'yı oluşturan geniş yapılar bütününü meydana getiriyordu.

Bu katma değersiz ve sıkı korunma disiplini, ki genellikle Akdeniz bölgesinde çoğul ailenin farklı biçimleri bu disiplini uyguluyordu, kapitalist girişim anlayışından ve mal fazlası ile emek sömürüsünün yol açtığı tehlikeli çelişkilerden henüz uzak, bir çeşit varlığını sürdürme ekonomisi olan bir ekonomik ilişkiler düzeninin yansımalarını gözlememizi sağlar.

Ama bu tutum kendi içinde, parçalanma süreçlerini de barındırır: Geniş bir yurtluk, ticari rekabet ve para değişim düzeninin var olduğu bir ortamda kurulursa, sahip olduğu gizli ya da saklı değerin, kendi hesabına bir değer üretmesi gerekir. Yurtluk mantığının, pazar mantığını izlemesi gerekir. İç ve dış zorlamaların, malların, gereksemelerin, üretim artışının ve iş bölümü genişlemesinin ev düzeni içinde gerilime yol açtıkları ölçüde malvarlığı birikimi, yalnızca soyun varlığını sürdürmenin ötesinde zorunluluklar dayatır. Bu durumda, evliliklerin yol açtığı sorun o ölçüde önem kazanır ki, özünde hiyerarşik kurallara bağlı kalan gerçek bir ekonomik strateji haline dönüşür.