Kırklareli’de modernizmin en çok değişen unsurlarından biri olan yaşam tarzı farklılıkları çok net bir şekilde göze batıyor. 1945 sonrasında sosyolojide değişim demek neredeyse modernleşme ile eş anlamlı bir şey demektir. 19. yüzyıl evrenselciliği ile yakından ilişkili bir biçimde toplumların benzer gelişim biçimlerine ve aşamalarına sahip oldukları düşünülmektedir. Bu çerçevede yeni kurulan dünya düzeninde modern Batılı toplumların gelişme aşamaları modellenerek tüm toplumların gelişimine uygulanması hedeflenmiştir. Sosyolojik teoride modernliğin oluşumu ile kapitalizmin gelişimi arasında kurulan bağlantıdan hareketle toplumların modernleşmesinin ekonomik alandan başlayan dönüşümlerle gerçekleşmesi gerektiğine inanılmaktadır.

II. Dünya Savaşı sonrasında, ABD’de batı dışı toplumlar ile ilgili yoğun bir araştırma gündemi söz konusudur. Eski şarkiyat çalışmalarının değiştiği ve bölge çalışmaları formatına evrildiği bu akademik ortamda modernleşme kuramları Batı dışı toplumları incelemek üzere teorik ve kavramsal bir çerçeve oluşturmuştur.

Bu minvalde İsmail Coşkun modernleşme kuramlarının üç temel özelliğinden bahsetmektedir: Sanayi ortak paydasında tek bir Batılı sistem öngörmeleri, Batı’nın üstünlüğünü tartışılmaz görmeleri ve Batı dışı toplumları sistemle bütünleştirmeye çabalamaları. Batı dışı toplumların artan endüstrileşmeye bağlı olarak yeni bir toplumsal biçim kazanacakları düşünülmektedir.

Buna göre ekonomik alanda başlayan değişim tüm toplumsal alanlara sirayet edecek ve nihayetinde iletişimin gelişimi, okuma yazma oranlarının artışı, teknoloji kullanımının yaygınlaşması, kentleşme süreci, sekülerleşme ve demokratik kurumların gelişimi gibi modern batılı toplum biçimini doğuracak bir dizi değişim meydana gelecektir. Bu çerçevede tüm modernleşme kuramlarının ortak özelliği modern toplumun doğuşuna dair çizgisel ve ilerlemeci bir anlayışa sahip olmaları ve mekanik anlayışa bağlı kalarak toplumlar arasındaki kültürel ve tarihsel farklılıkları yok sayarak tüm toplumların uygun koşullar ve altyapı oluşursa benzer süreçlerden geçeceklerini düşünmeleridir.

Modernleşme kuramları klasik sosyolojide yer alan modern öncesi (geleneksel) toplumlar ile modern toplumlar arasındaki ikilik fikrine dayanarak bu ikisi arasında tarihsel bir geçiş fikrine yaslanmaktadırlar. Bu çerçevede yine klasik sosyolojik düşüncedeki aşamalı toplumsal gelişim fikri modernleşme kuramının ana varsayımıdır. Bu aşamalı modernleşmenin iktisadi, toplumsal ve siyasal düzeyleri mevcuttur. İktisadi düzeyde modernleşme dışa açık bir iktisadi yapının oluşumu ve serbest piyasanın gelişimi ile açıklanmaktadır. Toplumsal düzeyde ise temelde sekülerleşme ile açıklanan Batılı değer ve sistemlerin toplumsal olarak benimsenmesi beklenmektedir. Son olarak siyasi düzlemde de parlamenter demokrasinin oluşumu beklenmektedir.

Modernleşme kuramları klasik ekonomi politikçiler, aydınlanma düşüncesi ve klasik sosyolojiden beslenerek ortaya çıkmışlardır. Ancak bu uzak kaynaklara ek olarak yapısalişlevselcilik çağdaş sosyoloji içerisinde onları besleyen önemli bir yakın kaynak görünümündedir. Yapısal işlevselciliğin kurucusu olan Parsons, aynı zamanda modernleşme kuramının da önemli kaynaklarından birisidir. Parsons geliştirdiği sosyal teori çerçevesinde tüm toplumların nihayetinde modern olma peşinde ve arayışında olduklarını ve modernliğin son noktası olan Amerikan toplumun modellemeleri gerektiğini düşünmektedir. Önceki bölümde ele alındığı üzere kendi değişme anlayışını denge ve evrim modelleri üzerine kuran Parsons bir toplumsal değişmenin gerçekleşmesinin ilk ve temel şartı olarak farklılaşmayı almaktadır.

Parsons’ın bir toplumsal yapının alt sitemlerden müteşekkil bir üst sistem olduğu yönündeki düşünceleri önceki bölümden hatırlanacaktır. Ona göre bir toplumdaki değişimler bu alt sistemlerin işlevlerini yerine getirme sürecinde meydana gelen farklılaşmalardan ibarettir. Yine Parsons toplumları modern ve geleneksel olarak ikiye ayırmaktaydı. Bu çerçevede modern toplumların artık bir stabilizasyon aşamasına ulaştığını ve bütüncül bir toplumsal değişmeye ihtiyaçları olmadığını düşünmekteydi. Ona göre asıl toplumsal değişim gelenekselden moderne geçiş ile ilintilidir. Bu süreçte toplumda ciddi bir farklılaşma yaşanmakta ve kapsamlı bir toplumsal değişim gerçekleşmektedir.

Parsons’un yapısal işlevselci toplum çözümlemesi 1940 ve 1950’lerin Amerikan toplumunun sistematik açıklamasıdır. Onun teorisi bu dönemde Amerikan sosyal bilimlerinde oldukça ayrıcalıklı bir konum elde eden Weberyen toplumsal kuramın gelişme probleminin sosyolojik düzlemde ele alınışına uygulanmasıdır. Parsons Weberyen tezlerden gelişmenin gerçekleşmesi için yapısal bir dönüşümün zorunlu olduğu düşüncesini ortaya koymuştur. 1930’larda sosyolojik incelemede iktisadi ögelerin yerine dair kapsamlı analizler yapmış ve bu çerçevede önemli katkılar sağlamış olan Parsons iktisadi gelişme ile sosyo-kültürel yapılar arasında bir geçişliliğe sıklıkla dikkat çekmiştir.