Bugün yazıma çok eski yıllardan,  Babamın memuriyet döneminde yaşadığım bir anımla başlayacağım.

Yıl 1965, Edirne Karaağaç Necatibey İlkokulu öğrencisi olduğum yıllar. Öğrencilik yıllarımda saklı birçok anılarım var daha ilkokul öğrencisiyken üç yüze yakın öğrenci içinde her zaman olduğu gibi öne çıkan isimlerden biriydim. Öne çıkmak, benim fıtratımda olsa gerek. Çocukluktan bu güne hep böyle geldi…

Ancak bugün bunları anlatmayacağım inşallah bir gün konu konuyu açarsa bu notlarımı siz okurlarımla geniş olarak paylaşırım.

Babamın üçüncü tayin yeriydi Edirne.

İlki Van Özalp, ikincisi Gaziantep Kilis’ti yani doğum yerim.

Şöyle bir geriye dönüp baktığımda babamla ilgili gururlandığım bir çok anım,  gözümden film şeridi gibi geçiyor.

Henüz 6-7 yaşlarında olmama rağmen dün gibi hatırladığım yıllar…

Akşamları evimizde sadece çanta tipli antika bir radyo ile dünyadan haberdar olurduk. Türk radyo kanalları çok sınırlı imkânlar nedeniyle birçok zaman çekmezdi. İşte bu nedenle Türkiye haberlerini Türkçe olarak Amerikanın Sesi radyosundan dinlerdi babam.

Babamın yüksek bir kültür seviyesine sahip olması nedeniyle,  o yıllara göre çağdaş bir aile yapımız vardı.

İyi bir ortamda yetiştik. Gümrük Muhafaza Memuru olan babamın görev yaptığı yerler anlaşıldığı gibi hep kilit noktalardı. Yani gümrük kapılarıydı.

Edirne’deki görev yeri de Kapı kuleydi.

Rüşvetin kaçakçılığın ve benzeri unsurların geçiş kapılarıydı.

O dönemlerde dürüstlüğü, milliyetçiliği, kültürlü olmayı, insan sevdasını yüreklerde taşımayı öğrendim babamdan.

Babam memuriyeti döneminde hep sürgünler gördü, sebebi ise rüşvet almaması,  kanuna aykırı her şeye cesaretle karşı durmasıydı.

Yıl 1967 bir sürgünde Edirne’den Kars’a tayin edilerek gördü babam. Tabi onunla birlikte bizde ailece sürgün yiyorduk. Hem de Edirne’den Kars’a kadar…

İşte konunun özü burada saklı.

Kars’a tren yolculuğuyla gidecektik. Üç gün iki gece sürecek yolculuğumuzda tanık olacağım bir diyalog hayatım boyu eğitime kültüre ve insana verilecek önemi bir kez daha karşıma çıkaracaktı, işte böyle bir anıyı dinleyecektim babamdan.

Hep derlerdi, doğu da eğitim batıda olduğu kadar yeterli değildir diye.

Oysa…

Babamın anlattığı hikâyede bir başarı öyküsü vardı.

Yıllar önce Kars’tan Ankara’ya yaptığı bir yolculukta trene Sarıkamış’tan bir genç biner. Babamın bulunduğu kompartıman da tam karşısına oturur. Uzunca süren sohbette genç,  fakir bir aile çocuğu olduğunu ve üniversite okumak için Ankara’ya gittiğini söyler babama.

Babam ise henüz memuriyete yeni başlayacağı için Ankara’ya kursa gidiyormuş.

Oda kıt imkânlarla cebine bir hafta on günlük harçlığını koymuş yanında götüreceği bir çöpü dahi olmadan yola çıkmış.

Rahmetli Babam iyi bir eğitim gönüllüsüydü, daha o gün ki davranışı ile bunu ziyadesiyle ifade etmişti.

Çünkü babam Ankara da ne yiyip ne içeceğinin hesabını yapmadan cebindeki parayı ve üzerindeki paltoyu;  üzerinde sadece bir kazakla okumaya giden gence verir.

Evet. Babamın bu anlatımları çok daha detaylıydı. Ben özet geçtim. Aradan yıllar geçmiş, babam 10-15 yıllık memuriyet hayatını geride bırakmış şimdi de Kars’a gidiyordu.

(Kars’ta beş yılımız geçti.)

Evimiz Kars gümrüğüne yakındı. Ben okul çıkışı öğlenleri arada bir babama uğrardım.

Bir gün güneşli bir havada Gümrük bahçesinde öğle tatilinde Babam çimenlere uzanmış tabir yerindeyse Kars’ta az görünen güneşin keyfini çıkarıyordu.

Bende bu keyfe katıldım. Birlikte güneşlendik.

Aradan fazla bir zaman geçmedi, şık giyimli bir beyefendi gümrük bahçesine girerek yanımıza geldi.

Adres soracak zannettik.

Kim olursa olsun selam veren birisine babam saygıyla yaklaşır selamını alırdı.

Oda uzandığı yerden doğruldu ve selamı aldı.

Bu selamı veren kimdi biliyor musunuz?

İşte burası çok mühim.

Gümrük müfettişiydi.

Kendisini tanıtan müfettiş karşısında bir kez daha toparlanıp esas duruşa geçen babam heyecanla müfettişi ağırlamaya çalışıyordu.

Müfettiş üç günlük bir görevi sırasında babamın seceresini öğrenmiş onun hayatında dönüm noktası olan kişinin olduğunu anlamıştı ama kendisine bir şey söylememişti.

Tam ayrılacağı sırada verdiği denetleme nedeniyle teşekkür etmiş sonrada…

İfade şu:

“İsmet abi, şimdi size karşı esas duruşu ben gösteriyorum. Siz beni tanımadınız ama ben kendimi size tanıtayım. Çok yıllar önce bir tren yolculuğunda verdiğiniz harçlık ve paltonuzla okula gönderdiğiniz gencim verin elinizi öpeyim ” diyerek minnet duygularını dile getirmişti. Daha çocuk yaşımda yaşanan bu olaylar beni çok etkilemiş olacak ki hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Babamın gözünden süzülen mutluluk gözyaşları beni çok duygulandırmıştı.

İşte böyle bir toplumduk.

Yardımlaşma dayanışma milletimizin özünde vardı, içinde vardı.

Şimdi bugüne dönüyorum…

Ne oldu bize?

Bu günkü yaşanan olaylar nedir nerede yanlış yapılıyor.

İnsanın insanı seveceği bu kısa hayatta niye acımasızca kıyımlar yapılıyor.

Bir zamanlar ideolojik mücadele vardı, ama kıyım yoktu.

Şimdi ne isteniyor amaç ne doğrusu anlamak çok zor.

Bence o katı yürekli insanlar dönüp şöyle bir geçmişe baksınlar. Bu güzel vatanda yaşayan tüm insanları sevsinler sevindirsinler birlik beraberlik ve dayanışma içinde olsunlar.

Zora ki güç ve eylemler bir toplumu ileri götürmez her şey devletten beklenmemeli insanlığı münevver olmayı kendi özümüzde saklı olan güzellikleri art niyetten uzak paylaşmalı.

Bugün ki yaşanan olayların ve içinde bulunduğumuz acılarla dolu gidişatı düzeltmeye bakalım.

Yanlışımızı düzeltelim.

Doğru kararlar verelim.

Siyaseti, iktidarı zora ki devamlılığa değil halkın baskısız iradesine bırakalım.

Dilerim geleceğimiz insan sevgisiyle dolu olur.

Koltuk sevdasıyla değil.

Hoşçakalın…